Tülay Hatimoğulları Öcalan’ın mesajlarını paylaştı: “Kısır döngüden çıkmanın yol haritasını sunmaya hazırım”

“`html

T24 Haber Merkezi

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, 22 Ocak’ta İmralı’da yapılan toplantıda PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerden elde edilen mesajları paylaştı. Hatimoğulları, “Sayın Öcalan, ülkenin ciddi bir beka kaygısı ile karşı karşıya olduğunu ve işçi ile emekçilerin eforlarının güvenlik politikalarına harcanmakta olduğunu vurgulamıştır. Yoksulluğun derinleştiği, hukuksuzlukların bir normal hal aldığı ve sömürünün yaygınlaştığı bu döngüden kurtulmak için belirli bir yol haritası sunmaya hazır olduğunu ifade etmektedir” şeklinde konuştu. Hatimoğulları, Öcalan’ın Bahçeli’nin yaklaşımının devlet aklı ile birleşmesi durumunda barışa katkı sağlayacak tarihi bir fırsat yaratacağını belirtmiştir.

Tülay Hatimoğulları, DEM Parti’nin TBMM Grup Toplantısı’nda şu şekilde dikkat çekti:

“Son bir haftadır, Kartalkaya’daki yangın felaketi, kaybettiğimiz canlar ve uygulanan hatalar üzerine yoğunlaşmaktayız. Ancak iktidar, herhangi bir özür dileme veya istifa gibi bir adım atmamıştır. Yalnızca sorumluların gizlenmesine yönelik çabalar sürmektedir. Bu felaketin kapılarını açanlar, yalnızca sermayenin çıkarları doğrultusunda denetim yapmayanlardır. Otel sahibine sağlanan teşvikler sonucunda, sadece 3 yılda 95 milyon kazanmış bir işletmeciye karşı tek bir önlem alınmamıştır. Bu durumu münferit bir kaza olarak nitelendiremeyiz; bu yangın, iktidar ve sermaye ilişkisinin trajik bir yansımasıdır.

Bu sistem, denetim mekanizmalarını işlemez hale getirerek, eksikliklerin üstünü kapatmaktadir. Bu durum, 36’sı çocuk 78 canımızın yangında hayatını kaybetmesine yol açtı.

Felaketlerin kökeni, aşırı merkeziyetçilik ve liyakatsiz atamalardır. Kurumların işlevselliğinin azaltılması ve rüşvet ilişkilerinin yaygınlaşması da bu durumu beslemektedir. “Bütün yetkiler bende toplanmalı” anlayışı, yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlamakta ve felaketlerin yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. Türkiye, nüfus ve yüzölçümü açısından büyük bir ülkedir. Yangın, deprem, sel gibi felaketlerin can kaybı ile sonuçlanmaması için ise kentsel altyapının sağlam bir şekilde kurulması, denetlenmesi ve kuralların titizlikle uygulanması şarttır.

Bu iktidar, yapı denetimlerini özel sektöre devretmiş ve müteahhitler kendi denetleme şirketlerini kurarak yalnızca formel bir denetim gerçekleştirmektedir. Bu durumun en derin etkilerini 6 Şubat depremlerinde yaşadık.

Yerel yönetimlerin yetkileri sürekli Bakanlıklara devredilmiş olup, bu bakanlıklar gerçek anlamda denetim yapmamaktadır. Rüşvet ağlarının büyümesi, kayyum atamaları ve yetkilerinin kısıtlanması, yerel yönetimlerin etkinliğini azaltmakta ve bu durum Türkiye’yi büyük bir felakete sürüklemektedir. Yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve merkezi hükümetin tarafsız bir biçimde denetim gerçekleştirmesi zorunludur.

Bu yangın felaketinin sorumluları, devleti ele geçirip yandaşlarını yerleştiren ve liyakatsizlikte bir numara olan bu iktidardır. Yıllar boyunca, her büyük karakterde suçun cezasız kalmasına göz yumanlar da bunlardır. 6 Şubat depreminin gerçek sorumlusu, kurumları doğal afetlere bile hazırlıksız bırakan iktidardır.

Merkeziyetçi anlayış, kurumsal çöküşü beraberinde getirmiştir. Bu felaketlerin sebepleri, “Devleti şirket gibi yöneteceğiz” diyerek, yurttaşı müşteri gibi gören anlayışın sonucudur.

İki yıl önce gerçekleşen depremde, denetimi olmayan, rant amaçlı imar barışına tabi tutulan binalarda birçok insan yaşamını yitirmiştir. Çocuklar cinsel istismara maruz kalmakta, kadınlar her gün şiddet görmekte ve öldürülmektedir. Bize yaşatılan bu kayıplar, bu iktidarın gerçek yüzünün bir göstergesidir. Bu yönetim, memleketsever değil, yalnızca rant ve çıkar peşindedir.

AKP iktidarının 22 yıllık döneminde en az 24 facia yaşanmış, bu facialarda 100 binin üzerinde insan can vermiştir. Bu felaketlerin ardından istifa eden kişi sayısı sıfırdır.

Kültür ve Turizm Bakanı da dahil olmak üzere bu felaketten sorumlu olan herkesin derhal istifa etmesi gerekmektedir. Sadece istifa yetmez, yargı önünde bu katliamların hesabını da vermelidirler. Kültür ve Turizm Bakanı derhal istifa etmelidir; bu bir seçenek değil, zorunluluktur.

Bu duruma alışmak ve sessiz kalmak, kendimize ve topluma yapacağımız en büyük kötülük olacaktır. Susmayacağız, korkmayacağız ve hakkımız olan her şeyi cesurca savunacağız; yaşam hakkımızı korumak için her şeyi göze alacağız.

Türkiye’nin yaşadığı bu acı ve karanlığın sebebi, demokrasiden yoksun olduğumuz gerçeğidir. Türkiye’deki felaketlerin kaynağı, otoriter bir yönetim anlayışıdır. Gerçek bir demokrasi olsaydı, denetimler titizlikle yapılır ve yerel yönetimler güçlendirilirdi. Demokrasi, bu felaketlerden sonra istifanın bir kaçış değil, halkın sorumluluğu olduğunun anlaşılması anlamına gelirdi.

Her felakette, sınırsız bir yetkiye sahip olan bu iktidarın insanlara ve yaşamlarına karşı sorumluluğu sıfırdır. Bu iktidar için can ve emek değersizdir. Halklar, insan, doğa ve demokrasi değersiz kılınmıştır. Oysa gerçek bir demokrasi, insanın ve emeğin değerine saygı gösterir. Hak ve adalet demek, muhalefet liderinin konuşurken hemen gözaltına alınmasını sağlamak değildir.

Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, hükümetin muhalefet üzerindeki baskıları eleştirdiği esnada, hakkında hızla soruşturma başlatılması bunun bir örneğidir. Hiç kimse kıytırık bir gerekçeyle muhalefet partisini hedef almayı düşünmemelidir.

İktidara soruyoruz; insanlar düşünmeden, konuşmadan mı soruşturmalar açacaksınız? Her düşünceyi tehlikeli görüyor gibisiniz.

Devrimci-demokratik çizgiyi savunan ESP’nin mensuplarına yönelik siyasi saldırılar, insanların hak ve hukukunu zedelemektedir.

Hukukun anlamı, geçmişte yaşanmış insanlık suçlarının sorumlusunu yargılamamak değildir. JİTEM ana davasında gerçekleştirilen zaman aşımının alegorisinin üzerine aydınlatma yapılmadan, dosya kapatma kararı verilmesi, geçmişle yüzleşme çabalarını engellemektedir. Bu karar, karanlığın mirasını korumak ve yine suçları sahiplenmek anlamına gelir.

Hak ve adalet, Gezi olayları üzerinden toplumu baskı altında tutma, insanları sindirip susturma aracı olmamalıdır. Her türlü demokratik düşünceye ve kanaate saygı göstermek gerekmektedir. Barış, adalet zeminine oturtulmalıdır. Hak ve hukuk, tarafsızlık ve bağımsız yargıyı gerektirir.

Bugün Türkiye’nin yaşadığı en büyük ikilem; demokratik gerileme, hukuksuzluk ve maddi kayıplardır. Bu sonuçları değiştirmek için acil çözümler üretmek zorundayız. Toplumun denetim mekanizmalarına katılımını sağlamak için sivil toplum ve meslek odaları ile işbirliği içerisinde bir sistem kurulmalıdır. Liyakat esas alınarak, adalet ve denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır. Hesap verebilirliği sağlamak amacıyla hukuki bir yapı inşa edilmelidir. Ortak akılla, değersiz yaşamların değil, kaliteli yaşamların ön planda tutulduğu bir ülke oluşturmalıyız.

İmralı’daki ikinci görüşme gerçekleşti ve bu görüşmede neler konuşuldu? Sayın Öcalan’ın dışarıdaki tüm yurttaşlarına gönderdiği selamı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öcalan, tarihsel bir krizin içinden geçildiğini ve bu süreçte Kürt meselesinin çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesi için oyalama ve bekleyip görme politikalarına başvurmanın en büyük kötülük olacağını vurgulamıştır.

Yaşanan krizlere karşı toplumun korunmasının yolu bellidir. Sayın Öcalan’ın çağrısı nettir; Türkiye’yi demokratik bir zemin üzerine çekmek, krizlerden kurtulmanın anahtarıdır. Bu bağlamda, problemi şiddet ve çatışma zemininden çıkartarak demokratik hukuka yöneldiklerini ifade etmiştir.

Öcalan, tarihin kritik aşamalarında sağlanan ortaklaşmaların sorunların çözümüne katkı sağladığını vurgulamıştır. 22 Ocak’taki toplantıda mevcut sorunların yalnızca demokratik hukuk yoluyla köklü bir şekilde halledilebileceğini yinelemiştir.

Öcalan, yoksul kesimlerin alın terinin güvenlik politikalarına harcandığı, yoksulluğun derinleştiği ve hukuksuzlukların sıradanlaştığı bu olumsuz döngüden çıkmanın yollarını sunmaya hazır olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’nin tüm prangalarından kurtulması için bir ortam yaratmaya da her zaman hazır olduğunu belirtmiştir.

Evet, biz de Türkiye’nin bu kırılma döneminde tüm zincirlerden kurtulmasını savunuyoruz; yüz yıldır devam eden ezberlerden ve kısır döngülerden arınmanın zamanıdır.

Ayrıca, Sayın Öcalan, Bahçeli’nin duruşunun devlet aklı ile birleştiği takdirde barışa katkı sağlayan tarihi bir adım olacağına işaret etmiştir.

Biz DEM Parti olarak iktidarın güven artırıcı somut adımlar atarak, Kürt sorununun demokratik bir şekilde çözüme kavuşması konusunda kararlı bir tutum sergilemesini bekliyoruz. Barış, gerginlik oluşturan fay hatları üzerine inşa edilemez. AKP’nin yıllardır sürdürdüğü gerginlik politikası, en fazla barış ve demokrasi umudunu zedeler. Yeni anayasa çağrıları yaparken, demokratik bir çerçeveye değil, gizli bir anayasaya yaslanarak hiçbir şey elde edemeyiz. Bu ülkenin, gizli değil, demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Türkiye halklarını, darbelerden ve iç savaştan uzaklaştırıp, demokrasi, barış ve ortak yaşam alanına taşımak sorumluluğuyla yüzleşmek zorundayız.

Yüz yıl boyunca başkaldırı ve bastırma arasında acı dolu bir tarihi yaşadık. Bu döngüyü aşmalıyız. Bin yıllık ortak kader anlayışı, yüzyıllık inkâr ile mücadele edilmelidir. Toplumda demokrasi ve hukuk anlayışı ön planda olmalı; DEM Parti’ye güven duyulmalıdır. Türkiye’nin demokratikleşmesi amacıyla karşıt bir duruş sergilemeyecek kimseyle iş birliği yapmayacağız.

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt barışının anlamı; emeğin sömürülmediği, halkların varlığının tanındığı, Alevilerin eşit haklara sahip olduğu, doğanın korunması, kadınların eşit ve özgür yaşamlar sürmesi, çocukların istismar ve cinayetlere maruz kalmadan güvenli bir ortamda yaşaması, gençlerin iş bulamamasının önüne geçilmesi gereken bir düzendir.

 

“`

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir